21 Kasım 2011 Pazartesi

yokluk

uyanmış kalmışım, nasıl bir şey bu
toprağa baktım, yerinde yoktu;
şiirden aşağıya attım kendimi
düşerken  düşündüm, ölmesem mi.

anlatıyorum, hiç konuşmadan,
buğdayın içini dökmesi gibi…



gelişinden sevmemiştim kasımı zaten ben... bir kavrukluk, tuhaf bir rüzgarı vardı gelişinde.
yarım yamalak yollardan bir bütün olur mu artık...
hep eksik kalacak, kendi eksikliğine bir eksiklik / koskocaman bir delik açılacak.




bugün dalgınım, dün de dalgındım

aç bile değildim aynaya bakmasaydım
dünden kalmış yemekleri yerken ki gönülsüzlük
gibi burdayım…

burayı sevmiyorum, bahsetmişimdir.
unufak olmak iyidir olmamaktan
hiç böyle demedim, yarabbim bilir
bu bozuk güzellik, kalbimi yoran…


bir sandalye çektim zor günlerin altına
ah ama,

kimse yüz vermiyor bana, sandalye bile
beni çağırıyor, yarım kalan ne varsa
bana düşüyor, her yağmur tanesini
suya götürmek, o serin ırmaklara




kendini evinde gibi hissettiğiniz insan; hani soğuk odalarda yer yataklarında bile, bir bardak, çay, simit ve peynirle, gidiverince birden nerede hisseder kendini insan... evsizlik bu mudur biraz da... her yanının buzdan bir     örtüyle kaplanması...
ne kadar uçmuşsun ki ne kadar sağlam oldu yine düşüşün... hala düşüyorsun, hala...

her özlediğinde bir şey yazsan, bir kitap alsan eline geçmez ama biraz diner belki...
belki biraz oyalanırsın/oyalanırız /oyalanırım...
olmadı saçmalarım.. nasılsa kimse yok etrafta yadırgayacak...

tüm bunların tarifi olsa yapmaya çalışırdım belki ama artık o kadar beceriksizim ki yazamıyorum bile...

şimdi bir menekşe var masamda yalnız, mor, yalnızlığıma arkadaş belki onunla konuşmaya da başlarım yakında, anlatırım öyle ne varsa...
camın önündeydi, bir kaç gün önce aldım içeri, solmuş biraz şimdi her gün su döküyorum azar azar...
ben bilmem çiçek bakmayı, ben çoğu şeyi bilmem,
dilek tuttum çürümesin yeşersin menekşe diye...


ah bir tarifi olsaydı bu üşümenin, titremenin
ne çok şey derdim
ne çok yazardım

ama hiç bir şey diyemiyorum
sadece kötüyüm
ölüyorum
direniyorum
....

şehir gelir gelmez nasıl da  yenildim sana


bağırıp duruyorum denizin ortasında,

su buradan ne kadar uzakta…




yazının şarkısı: bilmem kaç defa zuhal olcay çünkü ayrılık da sevdaya dair
& aylin alsım ölümden sonra hayat

not: koyu yazılmış yerler: ibrahim tenekeci - üzülmedim diyemem

9 Kasım 2011 Çarşamba

yalnız yeni



o bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!

aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin



(haydar ergülen)




Daha da yazmasaydım deli olacaktım...

yeniler güzeldir dedik düştük yollara,
yaşanacak yeni caddeler yeni sokaklar dahası denize inen yokuşlar bulundu.
sevinildi, ağlanıldı, çok ağlanıldı,gülündü, daha çok gülündü, sabredildi...
kalabalıklara girildi, yeni eve en çok da yalnızlığa alışma süresi başladı
yeni anılar birikmeye hazırlanıverdi

yollar özlendi, yeni yollar başladı,tek başına işler halletmek için tekrar daha sağlam kollar sıvandı.
yeni özlemler girdi araya, eskiler de devam ederek...
bir aşka beceriksizce tutunmaya çalışıldı.
sessizliğe çareler arandı,

gel gör ki o gittikçe çoğaldı...
o arttıkça beynindeki gürültüler de arttı.
mevsimden  mevsime geçildi...
yaz bitti, sonbahar geldi, kış oldu


uzun zamandır yazamıyorum ve çokça ihmal ediyorum.
umarım bu süreç uzun sürmez...
ama yalnızlık o kadar doğurgan ki farketmeden git gide git gide çoğalıyor.
canımı en çok bu yakıyor.
bu aralar
yaşar kurt dinliyorum (son albümü tavsiye ederim)
durmadan çay ve kahve içiyorum
o kitaptan o kitaba atlıyorum
bol bol cümlelerin altını çiziyorum
sürekli alınacaklar listesi yapıyorum
hesap yapıyorum
sonra yeniden bir liste yapıyorum
el mecbur bir tek kendimle konuşuyorum
çokça kavga ediyoruz
zaten pek de uyuyamıyorum
...
sabahları duyduğum martı sesleri
beni en çok onlar mutlu ediyor

şehirlerde sonbahar devam etmekte
oysa bu kış çok çetin geçecek
ve çokça yalnız
oldukça yalnız
ve de en çok yalnız
yalnız
...

.

yazının şarkıları: yaşar kurt
 

Template by Blogger Candy