17 Aralık 2011 Cumartesi

Tıkanma





ve sonra bir cumartesi sabahı başlar böyle
sadece bu müzikle
aslında bugünün rengi sarıydı, güneşli, parlak
tam bir sarı!


sırf yalnızlıktan kahvaltı yapmıyorum son zamanlarda
geçiştiriyorum sürekli
şöyle karşılıklı ister sevgili ister dost ile bir kahvaltı
kimi zaman sırf bir kahvaltı bile yetiyor hayatı anlamaya, anlamdırmaya
bir çay, simit ve peynirle

bazen bütün gün yalnızca bir müzik geçer içinizden
böyle zamanlarda uzar zaman, uzar, sündükçe süner...
içinizdeki tıkanma yeniden büyür, ağlayamamakla bağırmak arası gidip gelir birşeyler
gidip gelir, gidip gelir, gidip de gelmediği pek görülmemiştir...
aralıkları uzatır, keyfine göre kısaltır, ne zaman isterse gelir istediği bir yere oturur...


ocaktaki çay gibi, kaynar kaynar... durmadan kaynar... 

        yok olmasını isteyip var olmasını istediğiniz şeyler hiç bir zaman yer değiştirmez mi?

yokluk; yokluk işte...

6 Aralık 2011 Salı

söyleyemedim, nedense sustum...

eksikse o, hep eksik kalıyor 
her neyse o işte
adı yoksa
yok




kalbinin içinde nereye dönersen dön
aynı
ayak parmakları/n sanki hep açıkta
yıllardır

ne yaparsan yap içinin bir yanı açık kalan insanlardanız biz
bir tarafta hep bir toz, duman
bir şeyleri bir türlü tam gediğine koyamayan

biraz daha kalsa o onlar
o çok mutlu onlar
gözüne bakmaya kıyamadığın anlar
hoş kalsa biraz daha kal diyeceğin
hatta hep kal, gitme demek istediğin
diyemediğin


ama hayat sana bu kadarını veriyor
yani hep biraz arızalı olanı

çokları çok önceden tüketmiş, yaşamış biri sana kalanının ne kadarını verebilir ki?




******
sen bir çizgi koymuştun tam aramıza
ben biraz kalınlaştırıyorum her gün şimdi  onu
taşırıyorum kimi zaman sağa, sola, aşşağıya
ama öğreniyorum
şimdi seni çok düşünmemeyi
sana çok alışmamayı
seni çok istememeyi
çok özlememeyi

yani her şeyin miktarını azaltmayı
az
biraz daha az





yazının şarkısı en çok candan erçetin : nedense sustum
biraz da bülent ortaçgil : ayrıntılar

foto: tumblr.com

21 Kasım 2011 Pazartesi

yokluk

uyanmış kalmışım, nasıl bir şey bu
toprağa baktım, yerinde yoktu;
şiirden aşağıya attım kendimi
düşerken  düşündüm, ölmesem mi.

anlatıyorum, hiç konuşmadan,
buğdayın içini dökmesi gibi…



gelişinden sevmemiştim kasımı zaten ben... bir kavrukluk, tuhaf bir rüzgarı vardı gelişinde.
yarım yamalak yollardan bir bütün olur mu artık...
hep eksik kalacak, kendi eksikliğine bir eksiklik / koskocaman bir delik açılacak.




bugün dalgınım, dün de dalgındım

aç bile değildim aynaya bakmasaydım
dünden kalmış yemekleri yerken ki gönülsüzlük
gibi burdayım…

burayı sevmiyorum, bahsetmişimdir.
unufak olmak iyidir olmamaktan
hiç böyle demedim, yarabbim bilir
bu bozuk güzellik, kalbimi yoran…


bir sandalye çektim zor günlerin altına
ah ama,

kimse yüz vermiyor bana, sandalye bile
beni çağırıyor, yarım kalan ne varsa
bana düşüyor, her yağmur tanesini
suya götürmek, o serin ırmaklara




kendini evinde gibi hissettiğiniz insan; hani soğuk odalarda yer yataklarında bile, bir bardak, çay, simit ve peynirle, gidiverince birden nerede hisseder kendini insan... evsizlik bu mudur biraz da... her yanının buzdan bir     örtüyle kaplanması...
ne kadar uçmuşsun ki ne kadar sağlam oldu yine düşüşün... hala düşüyorsun, hala...

her özlediğinde bir şey yazsan, bir kitap alsan eline geçmez ama biraz diner belki...
belki biraz oyalanırsın/oyalanırız /oyalanırım...
olmadı saçmalarım.. nasılsa kimse yok etrafta yadırgayacak...

tüm bunların tarifi olsa yapmaya çalışırdım belki ama artık o kadar beceriksizim ki yazamıyorum bile...

şimdi bir menekşe var masamda yalnız, mor, yalnızlığıma arkadaş belki onunla konuşmaya da başlarım yakında, anlatırım öyle ne varsa...
camın önündeydi, bir kaç gün önce aldım içeri, solmuş biraz şimdi her gün su döküyorum azar azar...
ben bilmem çiçek bakmayı, ben çoğu şeyi bilmem,
dilek tuttum çürümesin yeşersin menekşe diye...


ah bir tarifi olsaydı bu üşümenin, titremenin
ne çok şey derdim
ne çok yazardım

ama hiç bir şey diyemiyorum
sadece kötüyüm
ölüyorum
direniyorum
....

şehir gelir gelmez nasıl da  yenildim sana


bağırıp duruyorum denizin ortasında,

su buradan ne kadar uzakta…




yazının şarkısı: bilmem kaç defa zuhal olcay çünkü ayrılık da sevdaya dair
& aylin alsım ölümden sonra hayat

not: koyu yazılmış yerler: ibrahim tenekeci - üzülmedim diyemem

9 Kasım 2011 Çarşamba

yalnız yeni



o bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!

aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin



(haydar ergülen)




Daha da yazmasaydım deli olacaktım...

yeniler güzeldir dedik düştük yollara,
yaşanacak yeni caddeler yeni sokaklar dahası denize inen yokuşlar bulundu.
sevinildi, ağlanıldı, çok ağlanıldı,gülündü, daha çok gülündü, sabredildi...
kalabalıklara girildi, yeni eve en çok da yalnızlığa alışma süresi başladı
yeni anılar birikmeye hazırlanıverdi

yollar özlendi, yeni yollar başladı,tek başına işler halletmek için tekrar daha sağlam kollar sıvandı.
yeni özlemler girdi araya, eskiler de devam ederek...
bir aşka beceriksizce tutunmaya çalışıldı.
sessizliğe çareler arandı,

gel gör ki o gittikçe çoğaldı...
o arttıkça beynindeki gürültüler de arttı.
mevsimden  mevsime geçildi...
yaz bitti, sonbahar geldi, kış oldu


uzun zamandır yazamıyorum ve çokça ihmal ediyorum.
umarım bu süreç uzun sürmez...
ama yalnızlık o kadar doğurgan ki farketmeden git gide git gide çoğalıyor.
canımı en çok bu yakıyor.
bu aralar
yaşar kurt dinliyorum (son albümü tavsiye ederim)
durmadan çay ve kahve içiyorum
o kitaptan o kitaba atlıyorum
bol bol cümlelerin altını çiziyorum
sürekli alınacaklar listesi yapıyorum
hesap yapıyorum
sonra yeniden bir liste yapıyorum
el mecbur bir tek kendimle konuşuyorum
çokça kavga ediyoruz
zaten pek de uyuyamıyorum
...
sabahları duyduğum martı sesleri
beni en çok onlar mutlu ediyor

şehirlerde sonbahar devam etmekte
oysa bu kış çok çetin geçecek
ve çokça yalnız
oldukça yalnız
ve de en çok yalnız
yalnız
...

.

yazının şarkıları: yaşar kurt

4 Eylül 2011 Pazar

yeni

Bir şehir ne kadar yakın olabilir sana

Her şehir gitme ve gelme zamanlarını kendi belirler
gün gelir ne kadar uğraşsan da gidemezsin
durmadan kalırsın, kalmak uzun upuzun bir akıntıya dönüşür o zaman...
akar durursun kendi içinde o şehirde...

şimdi eylül zamanı
yeni bir mevsimin başlangıcı

yeni bir şehre geliş
yeni bir iş
koşturmalar, durup dinlemeler, durmadan dinlemeler


yeditepe;  sendeki tüm eski zamanları yok sayıyorum
sana sıfırdan geliyorum


Ayrıca 6 -18 Eylül arası Beyoğlu Sahaf Festivali var ve bu yazı sırf bununla ilgili olacaktı böyle uzadı.

Sahaf kokusu, eski kitap tozu, sararmış sayfalar belki de
Başında saatlerce durmak
Ey şehir
Hoş geldin deyişini seveyim senin...




31 Temmuz 2011 Pazar

An ve Zaman

mutluluk
kısadır.
farkettiğinde başlar 
asıl
uzun ve yorgun yolculuklar...


Ne kadar farklı yoldan gidersen git bazı yollar hep aynı yere varır, hep aynı sonuca varır: sonuçsuzluğa!
Hayat bir problem bile değil ! Neyi çözmeye uğraşıyoruz bilmiyorum.

Eğer bir önsüzü olsaydı hayatın ya da aşkın neler yazardı ? Biz hepsini yaşayarak yazıyoruz...
Ölüler tanık, kimseyi bulamazsak alıp karşımıza onlarla konuşuyoruz, hani okuyoruz ya, bazı geceler yazılanlardan medet umuyoruz bazı günler hiç bir şey yetmiyor anlamaya, anlatmaya... Öylece dursun ve geçsin diyorsun, kalbini alıyorsun okşayıp uyutuyorsun hayat diyorsun; hayat böyle!
Sen dipteyken bile ayakta durabiliyor musun ondan haber ver!

3. bir kişidir hayat seninle her şeyin arasına giren!
Sesin o kadar detone ki dünya sen bile umursamıyorsun artık kendini.


Seninle arama bin yıl koydum
Hesabını iyi tut sevgilim
Tut ki dayanamam
Yüz yıl sonra kapına gelirim

Kim bilir belki yeniden
Pencereden karşı çatıdaki şaşkın martılara güleriz.

şarkısı: erkan oğur - pencereden kar geliyor
http://www.youtube.com/watch?v=exKLbNtwwr4

24 Temmuz 2011 Pazar

Kuzgunum ; hayat kısa!

"Yalnızlık senin o konuşkan kuşun , bulutlar taşıdığın yakut sürahide
Begonyalar büyüten eski alışkanlık, y
alnızlık senin o konuşkan kuşunbehçet aysan




pazar kahvaltısından sonra ilk kez
balkona çıktım çiçekleri suladım
severmişim meğer 
yeni farkettim
bir kelebek girdi odama
öptüm yalnızlığı alnından


gitmenin kaç çeşidi vardı? kaç şiir  kaç öykü yazılabilirdi içinden gitmek/kalan geçen?
elimdekilerin daha kaçını  alacaksın ey şehir?


avucumdaki son gölgeyi sana bıraktım
biraz ışık ver yeter!




gökten bulutları indirdik yere 
yadırgamadılar da
unuttuk kuşların kanatları olduğunu
oysa 
nasıl da bağımlılardı göğe!
onlar bile özgür değildi işte


kuzgunduk
siyah ve karanlıktık ama hep şendik
kuzgunlar ölür mü gülmekten
biz öldük(!)




her şey geçti, gitti...
biz, eşikteki öpüş, aylar önceki gülüş,
bütün seslerimiz, kavuşmalarımız, 
üstümüze üstümüze uçan o kırlangıç


bitti mi o sokaklar?


her şey geçti
yine hayat kaldı


ve


"hayat kısa
kuşlar uçuyor"






ps: yazının şarkısı ezginin günlüğü: kuşlar da gitti.
foto: tumblr
 

Template by Blogger Candy